Tinsel dünyâdan gayrı hiçbir mevcûdiyet yoktur; duyular dünyâsı adını verdiğimiz şey, aslen tinsel dünyâdaki şerdir ve şer adını verdiğimiz şey, ebedî inkişafımız bünyesinde bir lahzanın zaruretidir.
- Franz Kafka
İlk kısım:
"Ne kadar sınıra tabi bir satıh, şu üzerinde vücut bulduğumuz...
Bu lâfı duyduğum anda altüst olmuştu bugüne kadar duyduğum, bildiğim, tecrübe ettiğim bütün dengeler. Kundaktayken dahi özgür hissetmişken ruhum, nasıl da bir anda alegorik sınırlara esir düşmüştü... İçim içimi yiyordu ve bu ahvalden kurtulmak için bir çıkar yol, bir çâre arıyordum harıl harıl. Evvelâ kitaplara sarıldım büyük bir coşkuyla. Sandım o lâfı eden herif her kimse, insanı altına sokacağı derin baskıya da bir çözüm sunuyordur.
Halt etmişim.
Ulaşabileceğim menzilde olup erişim fırsatına nâil olduğum her kitabı yoğun bir kendini adamışlık içerisinde okumuş, lâkin elim bomboş oturmuştum bilinmezlik yığınımın üstüne. Yetmezmiş gibi bibliyoman sıfatı edinmiş, akranlarım tarafından eziklenip hor görülmeye başlanmıştım. Bir tâne bile arkadaşım kalmayıncaya değin devâm etmişti bu durum. Bir şeylerin yanlış gittiğini sezmiş bulundum ve yönümü değiştirmeyi ciddi olarak düşünmeye başladım. Anlamıştım ki metafizik yahut ruhant meseleler araştırmak istiyorduysam eğer, başladığım nokta tamamı ile yanlış idi. İlk bakmam gereken kaynak dinler ve mitolojileri iken somut konular ile harcamıştım vaktimi fuzûli. Tabii koşullar altında tahsil etmenin hiçbir türlüsünü lüzumsuz görmesem de, acelesi vardı ruhumun bu esna... Mekteplerin, sıradan kitapların sunmadığı gizli bilgeliği arıyordum.
Velhasılıkelam, doğaüstüne yer veren ne kadar kaynak varsa temini için sıvadım kollarımı. İlk başta birkaç mitolojik yaratığa göz attım amma, aradığım mevzu pek o minvalde ilerlemiyordu ve bu yaratıkları pek gerçekçi bulmamıştım. Ne kadar kaynağa baktım ise de gaibden haberdâr olmamın, öte âlemlerdeki varlıklarla iletişime geçmekten başka bir yolunu bulamadım. Dolayısı ile çeşitli ritüeller denerken buldum kendimi. Ben ki bu tarz "hurâfeler" ile uğraşanları pleb, avam diye niteler idim, şartlar gerektirince nasıl da onlara benzemiştim...
Gel zaman, git zaman, bir şekilde bir takım varlıklar ile irtibâta geçmeyi başardım. Bunun netîcesinde ise kâh musallat olundum, kâh korkutuldum, kâh muzip tahifesinden birkaçı tarafından alaya alındım... Bir çok tecrübe edinmemin yanı sıra gitgide metafiziksel varlığımı açığa vurmaya başlamıştım, başlamaz olaydım. Kendimi ifşâ ettiğim için artık tespîtim epey kolay idi onlar için. Durmaksızın zîyaretçiler tarafından tâciz ediliyor idim. Birkaç gece uykumdan oldum, rûyalarımdan oldum. Tam pes edecektim ki, iyi niyetli bir tânesi ile tanıştım. Birkaç asır yaşamış olan bu bilge varlık tarafından öğütler, yeni bilgiler alıyor, bu vesîle ile kendimi bir nebze koruyabiliyordum.
Birkaç ay devâm etti bu karşılıksız muhabbet. Ruhant varlığım günden güne büyüyor, aldığım önlemler de günden güne etkisizleşiyordu. Sonunda güçlüce bir tânesi, korunmak için kullandığım her türlü efsûnu bertarâf edip gözlerimin önünde belirdi. Kendisine secde etmemi istedi, reddettim. Sinirlenmiş olacak ki etrâfımda bulunan her şeyi toz etti. Etrafımda zerrecik bile kalmayınca gözüm korktu, secdeye yeltendim. Tam bu sırada, muhabbet içerisinde olduğum varlığı hissettim, bir sâniye sonra da mel'un yaratığın önünde belirip kulaklarımın sıhhâtini zar zor muhafaza eyleyeceğim bir frekansta ve bilmediğim bir dilde konuşmaya başladı. Kötü niyetli mel'un cevap vermeye yeltendiğinde kulaklarım kanamaya başladı. Bir süre sonra da zihnim bulandı, kendimden geçmişim...
Kendime geldiğimde ikisini de göremedim. Ama yine de titriyordum. Bedenimi tam bir hükümle yönetemiyordum. Damarlarımda gezinen korkuyu hissedebiliyordum. Kalbim parçalanacakmış gibi olmuştu.
Diğer odalardaki eşyâlarımdan bana yük olmayacak olanlarını bir bohçada toplamaya başladım. Kaçıyordum! Mel'un varlık yüzünden değer verdiğim bir tâne materyâlim kalmamış da olsa, yolculuğum sırasında işime yarayacak nesnelerden bâzıları varlığını koruyordu. Buralardan olabildiğince uzaklaşmayı düşünüyor idim. Nereye gideceğim hakkında ise en ufak bir fikrim dahi bulunmamakta idi. Binek edinmeye yetecek altınım vardı, ve fakat bu altını ata, eşeğe harcar isem hayâtımı idâme ettirebilecek metelik bulamayacak idim. Sanırım bir yerlerden hırsızlık etmem îcap..."
-Yeterince işittim efendi! İnsan böyle küfürlerle ağzına necâset bulaştırmamalı! Neyse... Bundan gayrı nüshâ mevcut mu?
-Hayır efendim, bunu pek bilinmediği acemî dönemlerinde iken yazmış. Evvelden yazdığı içün beğenmemiş, eksik bulmuş olacak ki, geçenlerde iki veled-i zîna çöpte bulmuşlar. Onlardan edindim.
-İçinde şüpheli görünen bir mühür var mı?
-Vallahi b..ben pek bilmem ne menem mevzuulardır bunlar...
-Ver ulan şunu bana!
Yıpranma aşamasını geride bırakmış, neredeyse çürümeye başlamış olan kitabı bir hışımla aldı yardımcısının elinden. Sayfaları çevirmeye, pür dikkât incelemeye koyuldu. Her yeni sayfada gözleri daha da açılıyor idi. Son sayfaya gelince kaşları alnını yırtarcasına çatık, dişleri gıcırdar şekilde âni bir hamleyle yardımcısına döndü. Kitabı sert bir şekilde ona fırlattıktan sonra:
-Bunu götür, yak. Küllerini de sirkeye kat, lağıma savur...
-Ama efendim, onu edinmek için söylemesi ayıptır üç gümüş verd...
-Al bu keseyi, mükâfatındır. Lâkin bir daha emrim üstüne sorgu edersen, lağıma gidecek olan kafandır!
-Bağışlayın efendim...
Yumruğunu öylesine sıkmıştı ki, avuç içlerindeki tırnaklarından sebep hilalciklerden kan akmaya başlamıştı. İstemsizce mırıldanmaya başladı:
-Kâfiiir... Mendebuuuur... Zerdüşt! Seninle işim bittiğinde hayâtını evvelki tabii hâli ile yaşamış olmayı dileyeceksin.
Bu lâfı duyduğum anda altüst olmuştu bugüne kadar duyduğum, bildiğim, tecrübe ettiğim bütün dengeler. Kundaktayken dahi özgür hissetmişken ruhum, nasıl da bir anda alegorik sınırlara esir düşmüştü... İçim içimi yiyordu ve bu ahvalden kurtulmak için bir çıkar yol, bir çâre arıyordum harıl harıl. Evvelâ kitaplara sarıldım büyük bir coşkuyla. Sandım o lâfı eden herif her kimse, insanı altına sokacağı derin baskıya da bir çözüm sunuyordur.
Halt etmişim.
Ulaşabileceğim menzilde olup erişim fırsatına nâil olduğum her kitabı yoğun bir kendini adamışlık içerisinde okumuş, lâkin elim bomboş oturmuştum bilinmezlik yığınımın üstüne. Yetmezmiş gibi bibliyoman sıfatı edinmiş, akranlarım tarafından eziklenip hor görülmeye başlanmıştım. Bir tâne bile arkadaşım kalmayıncaya değin devâm etmişti bu durum. Bir şeylerin yanlış gittiğini sezmiş bulundum ve yönümü değiştirmeyi ciddi olarak düşünmeye başladım. Anlamıştım ki metafizik yahut ruhant meseleler araştırmak istiyorduysam eğer, başladığım nokta tamamı ile yanlış idi. İlk bakmam gereken kaynak dinler ve mitolojileri iken somut konular ile harcamıştım vaktimi fuzûli. Tabii koşullar altında tahsil etmenin hiçbir türlüsünü lüzumsuz görmesem de, acelesi vardı ruhumun bu esna... Mekteplerin, sıradan kitapların sunmadığı gizli bilgeliği arıyordum.
Velhasılıkelam, doğaüstüne yer veren ne kadar kaynak varsa temini için sıvadım kollarımı. İlk başta birkaç mitolojik yaratığa göz attım amma, aradığım mevzu pek o minvalde ilerlemiyordu ve bu yaratıkları pek gerçekçi bulmamıştım. Ne kadar kaynağa baktım ise de gaibden haberdâr olmamın, öte âlemlerdeki varlıklarla iletişime geçmekten başka bir yolunu bulamadım. Dolayısı ile çeşitli ritüeller denerken buldum kendimi. Ben ki bu tarz "hurâfeler" ile uğraşanları pleb, avam diye niteler idim, şartlar gerektirince nasıl da onlara benzemiştim...
Gel zaman, git zaman, bir şekilde bir takım varlıklar ile irtibâta geçmeyi başardım. Bunun netîcesinde ise kâh musallat olundum, kâh korkutuldum, kâh muzip tahifesinden birkaçı tarafından alaya alındım... Bir çok tecrübe edinmemin yanı sıra gitgide metafiziksel varlığımı açığa vurmaya başlamıştım, başlamaz olaydım. Kendimi ifşâ ettiğim için artık tespîtim epey kolay idi onlar için. Durmaksızın zîyaretçiler tarafından tâciz ediliyor idim. Birkaç gece uykumdan oldum, rûyalarımdan oldum. Tam pes edecektim ki, iyi niyetli bir tânesi ile tanıştım. Birkaç asır yaşamış olan bu bilge varlık tarafından öğütler, yeni bilgiler alıyor, bu vesîle ile kendimi bir nebze koruyabiliyordum.
Birkaç ay devâm etti bu karşılıksız muhabbet. Ruhant varlığım günden güne büyüyor, aldığım önlemler de günden güne etkisizleşiyordu. Sonunda güçlüce bir tânesi, korunmak için kullandığım her türlü efsûnu bertarâf edip gözlerimin önünde belirdi. Kendisine secde etmemi istedi, reddettim. Sinirlenmiş olacak ki etrâfımda bulunan her şeyi toz etti. Etrafımda zerrecik bile kalmayınca gözüm korktu, secdeye yeltendim. Tam bu sırada, muhabbet içerisinde olduğum varlığı hissettim, bir sâniye sonra da mel'un yaratığın önünde belirip kulaklarımın sıhhâtini zar zor muhafaza eyleyeceğim bir frekansta ve bilmediğim bir dilde konuşmaya başladı. Kötü niyetli mel'un cevap vermeye yeltendiğinde kulaklarım kanamaya başladı. Bir süre sonra da zihnim bulandı, kendimden geçmişim...
Kendime geldiğimde ikisini de göremedim. Ama yine de titriyordum. Bedenimi tam bir hükümle yönetemiyordum. Damarlarımda gezinen korkuyu hissedebiliyordum. Kalbim parçalanacakmış gibi olmuştu.
Diğer odalardaki eşyâlarımdan bana yük olmayacak olanlarını bir bohçada toplamaya başladım. Kaçıyordum! Mel'un varlık yüzünden değer verdiğim bir tâne materyâlim kalmamış da olsa, yolculuğum sırasında işime yarayacak nesnelerden bâzıları varlığını koruyordu. Buralardan olabildiğince uzaklaşmayı düşünüyor idim. Nereye gideceğim hakkında ise en ufak bir fikrim dahi bulunmamakta idi. Binek edinmeye yetecek altınım vardı, ve fakat bu altını ata, eşeğe harcar isem hayâtımı idâme ettirebilecek metelik bulamayacak idim. Sanırım bir yerlerden hırsızlık etmem îcap..."
-Yeterince işittim efendi! İnsan böyle küfürlerle ağzına necâset bulaştırmamalı! Neyse... Bundan gayrı nüshâ mevcut mu?
-Hayır efendim, bunu pek bilinmediği acemî dönemlerinde iken yazmış. Evvelden yazdığı içün beğenmemiş, eksik bulmuş olacak ki, geçenlerde iki veled-i zîna çöpte bulmuşlar. Onlardan edindim.
-İçinde şüpheli görünen bir mühür var mı?
-Vallahi b..ben pek bilmem ne menem mevzuulardır bunlar...
-Ver ulan şunu bana!
Yıpranma aşamasını geride bırakmış, neredeyse çürümeye başlamış olan kitabı bir hışımla aldı yardımcısının elinden. Sayfaları çevirmeye, pür dikkât incelemeye koyuldu. Her yeni sayfada gözleri daha da açılıyor idi. Son sayfaya gelince kaşları alnını yırtarcasına çatık, dişleri gıcırdar şekilde âni bir hamleyle yardımcısına döndü. Kitabı sert bir şekilde ona fırlattıktan sonra:
-Bunu götür, yak. Küllerini de sirkeye kat, lağıma savur...
-Ama efendim, onu edinmek için söylemesi ayıptır üç gümüş verd...
-Al bu keseyi, mükâfatındır. Lâkin bir daha emrim üstüne sorgu edersen, lağıma gidecek olan kafandır!
-Bağışlayın efendim...
Yumruğunu öylesine sıkmıştı ki, avuç içlerindeki tırnaklarından sebep hilalciklerden kan akmaya başlamıştı. İstemsizce mırıldanmaya başladı:
-Kâfiiir... Mendebuuuur... Zerdüşt! Seninle işim bittiğinde hayâtını evvelki tabii hâli ile yaşamış olmayı dileyeceksin.

